25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kişisel Gelişim Uzmanı Nil Gün Kolay Kilo Vermenin Sırlarını Açıkladı

Üç gün az yersen bir gün çok yiyeceksin!

Kişisel gelişim kavramının Türkiye’de yaygınlaşmasında öncü isimlerden biridir Nil Gün. Gazetecilik eğitimi aldıktan sonra gittiği ve 14 yıl yaşadığı ABD’de alternatif sağlık ile o dönemde tanışmış. Alternatif sağlık, insan potansiyeli ve hümanistlik psikoloji alanlarında eğitim gördükten sonra hipnoterapi, reiki ve NLP’yi bilgilerine katan yazar, Türkiye’ye dönmeden önce California’da kişisel gelişim alanında hizmet vermiş. Kurucusu olduğu Kuraldışı Eğitim & Danışmanlık’ta özsaygı, iletişim, NLP, kadın/erkek ilişkileri, duygusal zeka, olumlu düşünce farkındalığı gibi konularda gurup çalışmaları yapan Nil Gün’ün ilgi alanı ise, yeme bozuklukları.
Zira özellikle kadınların bu konuda yanlış bilgilendirilmesi onun işinin artmasına sebep oluyor. Yıllar önce kaleme aldığı “Kilolarım, Diyetlerim ve Ben” adlı kitabın devamı niteliğini taşıyan “Pazartesi Rejime Başlıyorum” da egzersiz ve beslenme üzerine bildiklerini okurlarla paylaşan Nil Gün, “İnsan fiziksel olarak sağlıklı değilse, spritüel ve psikolojik olarak da sağlıklı olamaz. Beden sağlıklı olduğunda bu, ruhu da yansır” görüşünü savunuyor. Nil Gün ile baharın geldiği bu günlerde bol diyetli, bol egzersizli bir söyleşi yaptık.

Kitapta, menopoza girince kilo alınmadığını söylüyorsunuz. Yaşlandıkça metabolizma yavaşlamıyor mu yani?

Yavaşlamıyor. Ancak yaş ilerledikçe bedendeki kas seviyesi düşer. Bazal metabolizmanın yüksek olmasının doğrudan kasla ilgisi vardı. Kas miktarınız ne kadar fazlaysa metabolizmanız o kadar hızlı olur. Kaslar da zaten hareketsizlikten azalıyor. Yaş ilerledikçe insanlar hareket etmiyor, beslenmelerine dikkat etmiyor. Çocuk doğurunca kadınların aşırı kilo alması da doğal değil. Kadınlar hamileliğin onları koruma altına, bu sürenin istediklerini yemeleri için açık çek verdiğini düşünüyorlar.

Beslenme uzmanı ya da doktor değilsiniz ama kitabınız son derece bilimsel verilerle dolu…

Bilgiye ulaşmak artık çok kolay, ben de yıllarca bu konularda araştırma yaptım. Ayrıca artık böyle bir kitap yazmak için doktor ya da diyetisyen olmak gerekmiyor.
Yemek bağımlılığı alkolizmden farksızdır
“Diyet yapan insan şişmanlar” diye bir teziniz var. Sanırım bu tez başka uzmanlar tarafından da sıkça dile getirilmeye başlandı artık…

Bu tezi ‘90’lı yıllarda, ilk kitabımda yazdığımda çok olumlu tepkiler almıştım. O zaman Radikal gazetesi, günler süren bir dizi yazı yapmıştı bunu. Kitapta yaşanmış deneyimleri veriyorum. Bir grup çok zayıf insana diyet yaptırıyorlar ve bir süre sonra kilo aldıkları görülüyor, çünkü diyet yokluk bilincini yaratıyor. Hâlbuki insan yiyeceğe her an uzanabilecek konumdaysa, o kadar da çok yemiyor. Elbette psikolojik nedenlerle, haz yiyecekleriyle acıları bastırmaktan söz etmiyorum. Doğaya bakın; evcil olmayan hiçbir hayvan şişman değildir. Acıktıklarında yerler, susadıklarında içerler. Biz niye kilo alıyoruz? Çünkü hepimizde had safhada stres var. Her insanın henüz yüzleşmediği acıları var. Bizse, bunları sağaltmak yerine yemek yiyoruz, içki içiyoruz, işkolik oluyoruz… Yemek bağımlılığıyla alkolizm arasında hiçbir fark yok. Seks bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı, aslında bütün bağımlılıklar acıları susturmak için oluşur. İnsanın bedenle ilişkisi çok önemlidir ve biz bedenimizle, sezgilerimizle, duygularımızla ilişkimizi yitirmiş durumdayız. Günümüzün stresli koşullarında artık canımızın ne istediğini bile bilmiyoruz. Önümüze gelen bizi tahrik ediyor sadece. Ben gözümü kapatıp canım ne istiyor diye düşünürüm. O anda istediğim şey gözümde canlanır. Acı mı istiyorum, tatlı mı, ekşi mi, yumuşak mı, kıtır mı; beden neye ihtiyacı olduğunu bilir.
Diyetin nasıl şişmanlattığı konusunu biraz daha açalım mı?
Diyet yokluk bilinci demektir. Yani yiyecek sınırlıdır. Diyelim ki sizin bedeninizin ihtiyacı olan kalori günde 1200, siz kalkıp 800-900 kalori alırsanız beden “Eyvah, kıtlık var” diyor ve kalori harcamayı azaltıyor, dolayısıyla siz diyet sonrasında değil 1500-2800 kalori, 1200 kalori bile alsanız şişmanlamaya başlıyorsunuz. Sır şurada; üç gün az yiyip dördüncü gün normal yiyeceksiniz. Bir hafta bile düşük kaloriyle beslenirseniz, bedeniniz yokluk bilincine giriyor.

Yani üç gün daha az yiyip dördüncü gün normal yenecek… Bu herkes tarafından bilinen bir şey mi?

Egzersiz ve body building yapanların, atletlerin bildiği bir şey, bir de kendi deneyimim var. Normal bir kadının bazal metabolizması 1200 kalori gerektiriyorsa ve o kadın kilo almak istiyorsa 1200 kalorinin altında bir miktarla sınırlasın kendini. Bütün aptallar kilo verebilir, isterlerse. Önemli olan o kiloyu koruyabilmek. Diyet yapıp kendini 800-900 kaloriyle sınırladığında vücudun normal metabolizması da aşağı düşer. Bu nedenle diyet sonrası normal yenildiğinde bile kilo almaya başlanır, çünkü metabolizma bir kez düşmüştür ve artık 1200 kaloriye ihtiyaç yoktur. Bir diyetin bedeli bedene aşağı yukarı bir yıldır, bir yıl sonra metabolizma düzelir.

Diyette bazı noktalarda vücut duruyor ve o kilodan aşağı inmek zor oluyor…

Bunlar set noktaları. İnsan bir günde kilo almaz, yavaş yavaş kilo alır. Vücudun aslında tek derdi kendi doğasına uygun olmak. Vücut kilo almak istemiyor ki… Bir noktada duruyor ve seni de tutmaya çalışıyor ama sen yemeye devam ediyorsan ve yeterince hareket etmiyorsan, vücut gene kilo almaya başlıyor. Yine kitaptan bir örnek vereyim; iki denek grubunu alıyorlar ve bunlardan birine 88 bin kalorilik yiyecek veriyorlar. Normalde bunun karşılığında o insanların 30 kilo alması lazım ama kimi 10 kilo, kimi de sadece 6 kilo alıyor. Kişinin metabolizma hızına göre aldığı kilo değişiyor, verirken de öyle… Diyet yaptığın sürece her ay belirli bir kilo veriyorsun. Önce hızla veriyorsun. Seviniyorsun. Bir ayda beş kilo verdim, ikinci ayda bir beş daha, üçüncü ayda bir beş daha diyorsun ama öyle olmuyor… Moralin bozuluyor ve battı balık yan gider deyip yemeye başlıyorsun. Halbuki bedenimiz de, biz de aynı şeyi istiyoruz; sağlıklı olmayı. Oysa bunun yerine bedenimizle savaşıyoruz. Savaşın olduğu yerde huzur olmaz. Bedenini seveceksin, aynaya çıplak bakıp, teşekkür ederim, sağlıklıyım diyeceksin. Birisi sana teşekkür ettiğinde nasıl mutlu oluyorsun, beden de mutlu olur, onun da bilinci var. Beden sana dost olmaya başladığında, senin isteğin doğrultusunda yardımcı oluyor.

Bir de yiyecek ayrımına vurgu yapıyorsunuz…

Hayvanlar karışık yemez. Biz patates, meyve, et hepsini bir arada yiyoruz. Oysa vücudumuzdaki karbonhidratlar, proteinler, asit-alkali olarak farklı farklı sindiriliyor. Şöyle bir ayırım doğru sanırım; topraktan gelenle hayvandan geleni karıştırmayacaksın. Hayvandan gelenler dört saatte, topraktan gelenler üç saatte hazmediliyor. Sebzeler yeşil yapraklıysalar, iki saatte hazmedilebiliyor, meyvelerse zaten midede değil bağırsakta hazmediliyorlar; yarım saatte… Bedinin kimyası böyle. Et ve pilavı aynı öğünde yediğinde, et vücudu dört saatte hazmedeceğine on iki saat içeride hapis kalıyor, asidin etkisiyle de toksine dönüşüyor. İşte serbest radikaller yaratıp cildin yaşlanmasına neden olanlar da o toksinler zaten. En kötüsü de meyvelerle öteki yiyecekleri karıştırmak. Hele et ile meyve korkunç bir kombinasyon. Et yüzünden meyve de gidemiyor bağırsaklara ve sindirilemiyor. Sonuç, mide ağrıları ve şişkinlik. En sağlıklısı, meyveyi sabah yemek. İlle elma yemek de şart değil, hangisi iyi geliyorsa, hangisi yedikten sonra acıktırmıyorsa… Öğlenleri de ister protein, ister tarımsal, canın ne çekiyorsa onu yiyeceksin. Mesela rahatlıkla kuru fasulye-pilav yenilebilir çünkü ikisi de topraktan geliyor. Etle kocaman bir yeşil salata yiyebilirsin. Çünkü sebzenin asit alkali salgısı yok. Sebzeyi pilavla da yiyebilirsin. Ne kadar kalori alacağınıza verdiğiniz önem kadar; yediklerimizi nasıl sindireceğimize de önem vermeliyiz.
Çünkü sindirilemeyen şey kilo haline geliyor. Bir de ortalama 2,5 saatte bir yemek lazım. Vücuda sürekli yiyecek girmesi lazım ki kıtlık bilincine girmesin. Salatalık da yesen, bir tane zeytin bile atsan vücut kıtlık bilincine girmiyor ve keyfi yerinde oluyor.

Zayıflamak için nefes alma egzersizle öneriyor musunuz?…

Nefes çok önemli. Vücuttaki toksinlerin yüzde 70’i nefes vasıtasıyla atılır. Geri kalan yüzde 30’u idrar, terleme ve diğer yollarla atılır. Doğru nefes almak vücuda giren oksijeni arttırıyor. Oksijen yağ yakar. Neden zayıflamak için aerobik egzersizi öneriliyor? Çünkü aero hava demek, hava da eşittir oksijen… Derin nefes vücuda oksijen sokuyor. Bu yağların hızla yakılmasını sağlıyor.
Nasıl nefes alacağız?

Karından nefes almaktan, karnı şişirerek doldurmaktan bahsediyorum. Sabah, öğle ve akşam onar kere yapmak gerekiyor en az. Bebeklere bakın; karınları şişer, doğru nefes odur. Günlük hayatta aldığımız nefes sadece üst taraflara gidiyor, akciğerlerimizin alt tarafında karbondioksit yıllarca dışarıdan çıkamadan kalıyor.

Nasıl egzersizler öneriyorsunuz?

Atalarımız ava çıkıp topraktan yiyecek toplar ve sürekli hareket halinde olurlarmış. Bizse arabasız sokağa çıkmıyor, hep asansör kullanıyoruz. Hareketi günlük yaşama katmalıyız. Gençlik, hareket demektir. Hareketli olduğun sürece 80 yaşına da gelsen dinçsin. Atalarımız yük de taşıyorlarmış, yani ağırlıkta gerekli, sırf yürümek yetmez, vücudun kas yapması lazım, çünkü kas kalori yakıyor. Ve pilates, yoga gibi esneme hareketleri yapmak gerekiyor.

Son günlerde “sırf beden” tartışması var, buna ne diyorsunuz?

Sıfır beden doğaya aykırı. Kitaba “Barbie’nin ölçülerini” koydum. Bu kavramlar insanlık dışı, diyet endüstrinin, modacıların yarattığı birer illüzyon. Zaten bu nedenle orta ve üst sınıflarda anoreksi ve bulimia hastalığı arttı. Kendisiyle barışık insan, vücudunu o kadar takmaz. Biz elbise askısı değiliz! Diyelim, 65 kilosun, bir haftada vereceğin maksimum kilo 650 gram olmalı, yani ağırlığının yüzde biri. Daha fazla kilo veriyorsan yakında alacağını bil. 60 kiloya indiğinde vereceğin kilo 600 grama düşer. Bu yüzden kadınların morali bozuluyor. İlk ay beş kilo verdim ama şimdi veremiyorum diye, zavallı beden kendisini kurtarmaya çalışıyor aslında! İnsanın yedikçe yiyesi ve egzersiz yaptıkça yapası gelir. Ne yaparsan yap o kendisini tekrar ediyor. Hayatta 21 gün süreyle üst üste yapılan şey alışkanlık haline gelir.

Kilo verdikten sonra geri almamak için

Kısa kısa

* Her insanın midesi yumruğu kadardır. Normalde mide cidarına yapılan basınç tokluk hissi verir. Ama psikolojik nedenlerle yemek yiyorsak bu basıncı duymaz, yemeğe devam ederiz. Psikolojik açlığı kazanlar bile doyurmaz!

* Çabuk kilo verme hayalinden vazgeçtiğinde kilo verebilirsin. Einstein’a atfedilen bir söz vardır; hep aynı şeyi yapıp bu kez farklı sonuç bekleyemezsin.

* İlk gelen en son gider, en son gelen önce gider. Bölgesel zayıflama yoktur.

* Bir yiyeceğin raf ömrü ne kadar uzunsa vücuttan atılma süresi o kadar uzun sürer.

* Sporsuz zayıflama sadece kastan kaybettirir. Sporu en az bir saat her gün yapmalı. Her gün aerobik, bir gün ağırlık ve haftada iki de esneme çalışması yapmalıyız. Nasıl haftada yedi gün yemek yiyorsanız, yedi gün spor yapmalısınız.

Nelerden vazgeçmeliyiz?

“Bazı yiyecekler hormonları fiziksel olarak daha fazla uyarıyor. Örneğin ben peynir düşkünüyüm. Buzdolabına ilk koyacağım şey peynirdir. Bu tipe hipofiz tipi deniyor. Hipofizler genellikle ince olur. Kimileri baklava, börek sever, onlar tiroit tipidir. Tiroitlerin bacakları ince, karınları çıkık olur. Kimileri ise yağlı yemekleri sever, onların da kalçaları vücudundan geniş olur, gonad tipidir. Hayvansal protein düşkünü adrenal tipler de; geniş omuzlu, atletik yapılıdır. Bazı beden tipleri kimi yiyecekleri diğerlerinden fazla tüketir ve tükettikleri bu yiyecekler onların bedeninde tıpkı hormonları uyaran ilaçlar gibi uyarıcı hale gelirler. Bu nedenle kilo vermek isteyen kişi öncelikle hangi beden tipine girdiğini keşfetmeli ve hangi yiyecekleri seviyorsa öncelikle o yiyeceklerden vazgeçmelidir.”

Acaba şişmanlıktan gizli bir çıkarınız mı var?

İnsan cinsel, sosyal, psikolojik doyumsuzluk nedeniyle ve geçmişte yaşanan acıları bastırmak için haz yiyecekleri tüketir. Herkes acısını başka yollarla bastırıyor, bazıları anti-depresan alıyor bazıları, alkol, bazıları işkolik oluyor. Yiyecek bunlardan bir tanesi, hem sosyal olarak kabul edilebilir, hem kolay ulaşılabilir. Ama kilo insana nedense çok utanç veriyor. Yıllar önce bir gazeteye alkolizm ve uyuşturucuyla ilgili bir dizi yaptığımda alkoliklerle de, narkotiklerle de rahat konuştum ama ne yazık ki iş oburlara geldi, problem çıktı. Alkoliği sokakta görsen bilemezsin ama kiloyu zaten görüyorsun. Haz yiyeceklerinin temelinde rafine karbonhidrat, yağ ve şeker var. Bunların hepsi bağımlılık yapıyor. Reklamlarda gördüğümüz her türlü gıda bağımlılık yapar, özellikle de kola.

Araştırmalara göre yaşamdaki doyum hissinin yalnızca yüz 15’ini insanların mesleki durumu sağlıyor. Geri kalan yüzde 85, kendini saygı duymaktan, barışık olmaktan, kendi yaşam ideallerini gerçekleştirme azminden geliyor. Bunun temelinde özsaygı duygusu var. Özsaygı duygusu olmadan kilo versen bile kendini geçici olarak güzel hissedersin, ama sonra geçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder